Berlin’e şimdiye kadar gitmemiş olmakla beraber Almanya ile ilk kez 9 yaşımda tanıştım. Aile olarak kendi aracımızla yaptığımız bu yolculukta Almanya’nın Berlin ve birkaç şehri dışında, hemen hemen her yerini gezme fırsatı bulduk ama ne yazık ki yaş 9, hatırda kalan birkaç sınırlı ayrıntı. Güzel oyun parkları, büyük alışveriş merkezleri ve para atınca sakız, sigara veren otomatların bende yarattığı şaşkınlıktan başka anı yok, şimdiki 9 yaşlar için son derece sıradan ama o zamanlar bizde bulunmayan şeyler. Daha sonra 20’li yaşlarımda yaptığım geziden de unutulmayacak şeyler kalmadı. Akrabalarımdan birçok kişinin Almanya’da çalışmasından ve geldiklerinde sohbetin ana konusunun oradaki yaşam olmasından dolayı sanırım kendimi bildim bileli Almanya ile haşır neşir oldum, hakkında gezdiğim çoğu yerden daha çok şey biliyorum. Belki öyle ya da böyle görmüş olmam belki anlatılarla büyümüş olmamdan dolayı, sebebini tam bilmemekle beraber Almanya benim için gezilecek değil de daha çok çalışılacak ülke konumundan hiç çıkmadı, tatil planlarım arasında hiç yer almadı, ta ki doğum günü hediyesi olarak kızımın “Berlin’e gidelim mi” teklifine kadar. Gezenti bir babanın, kendisini rahmetle anıyorum, ve annenin, o da az gezenti değildir, ona da buradan sağlıklı ömürler diliyorum, çocuğu olarak bu teklifi geri çeviremezdim hele de ikram olunca. Bakalım yetişkin gözüyle nasıl değerlendireceğim, merakla bekliyorum.
Anlatımıma geziden döndükten sonraki duygu ve düşüncelerimi aktarmakla devam edeyim. Sanırım hala aynı noktadayım, uygun bir bilet bulursanız hele de orada yaşayan bir yakınınız ya da arkadaşınız varsa kaçırmayın gidin ama turistik anlamda benim için çok büyük bir cazibesi olmadığını belirtmek isterim. Tekrar gitmek ister misin diye sorarsanız daha gidilecek çok yer var. Yurt dışına ilk kez çıkanları ya da gençleri çok daha fazla etkileyebilir ama Avrupa’nın diğer şehirlerine kıyasla albenisiz. Evet, yeşili bol, parklar ve bahçelerle çevrili, düzenli ancak bu özellikler turistik anlamda baş tacı olmaya yetmiyor. İnsan keşke İstanbul’umuz da böyle olsa diye hayıflanmıyor değil. Ama beğenmedim olarak da algılanmasını istemem, çok güzel bir dört gün geçirdim, iyikilerim arasına çoktan girdi. Zaten bizim gezdiğimiz yerleri beğenmeme, burun kıvırma gibi bir huyumuz yaradılıştan yok, her yerle bir tür bağ kurup seviyoruz, gidebildiğimiz için de şükrediyoruz. Kastettiğim, yurtdışını görmek isteyenler ya ilk buralardan başlamalı ve hayran olmalı ya da sonlara bırakmalı.
Berlin kaç günde gezilir: Gezimizi 4 gece 5 gün olarak planlamıştık ve gayet yeterli geldi. Berlin yürünerek gezilecek bir şehir. Zamanınız kısıtlı ya da yürümeyi çok sevmiyorsanız müzelere de girmeyecekseniz, rahatlıkla 2 günde gezilebilecek büyüklükte.
2.5 saatlik bir uçuşla Berlin Brandenburg havalimanına indik. Havaalanında pasaport kontrolü sırasında sadece bizim uçaktan inenler olmasına rağmen temiz 2 saate yakın bekledik, kapıdan geçebildiğimizde de arkamızda en az 1.5 saatlik bir kuyruk vardı. Kapıda sıkı sorgulama olabiliyor, 8-10 dakikaya yakın tutulanlar oldu ve bekleme sırası zor ilerliyor burasını anlıyoruz ama asıl sorun Berlin’in başkent olmasına rağmen pasaportta görevli sadece 2 polis olması. İlk önce 3 polis gişesi açıktı, 10 dakika sonra gişesini pat kapattı, mesaisi bitti ya da molası geldi bilmiyoruz. Yerine kimse gelmedi ve orada bekleyenler diğer kuyruğa geçtiler. Sonra iki gişe daha açıldı ama ilk 2 polis görevi pat bıraktı. İnsanlar o gişeden bu gişeye. Epey beklettikten sonra başka bir gişe açtılar, anlayacağınız ülkenin başkentinde pasaport kontrolü tam bir karın ağrısı. Şimdiye kadar çok daha küçük ülkelere/şehirlere ve daha kalabalık limanlara gitmiş olmamıza rağmen böylesi bir bekleme süresi hiç yaşamamıştık. Berlin’e has bir durum mu bilemedik ama başkente olmasını beklemediğiniz bir şey. Ülke ekonomileri için turizm gelirleri çok büyük bir kalem ve gelenlere böyle acı çektirmelerini anlayamadık. Mecburen herkes sus pus, gel de itiraz et. Türkiye’de olsa havaalanı, polis kontrolü demez çoktan cıngar çıkarırdı insanlar:)))) Sıra başına ulaştığımızda geçişimiz iki dakika sürdü, sorgulanmadan geçtik, turistik vizeyle gelenler çok rahat geçiyor ama yeterli sayıda görevli olmaması bekleme süresini inanılmaz uzatıyor.
Şehre varış-ulaşım: Kudamm bölgesinde bir otel ayarlamıştık. S Bahn metrosu ile otele en yakın konumdaki Zoologischer Garten istasyonuna gidecektik ama S Bahn metrosu havaalanı çıkışı bir süredir kapalı ve bakımdaymış. Konudan uzaklaşıyorum ama her zaman mı böyle yoksa bize mi denk geldi Berlin sanki bir süredir yenilenme süreci yaşıyor gibi, müzelerin ve ziyaret noktalarının çoğu bakım nedeniyle kapalı, yollar kazılmış, bir sürü inşaat vs. var. Bagajlarımızı aldığımız kattan 2 kat aşağı inerek yaklaşık 1 saat arayla kalkan RB23 numaralı trene bindik. Biletinizi hemen aynı yerde bulunan bilet otomatından nakit ya da kredi kartı ile alabiliyorsunuz ve trene binmeden önce bileti makinaya sokarak işletmeniz ve de mutlaka yanınızda bulundurmanız gerek. Tek yön bir kişi 4.40 Euro. Trenlerde bilet kontrolü yapılıyor, giderken denk düşmedik ama dönerken kontrol oldu o nedenle biletsiz binmemenizi tavsiye ederiz. Varmamız 40 dakika sürdü. Pasaporttaki bekleme süresi nedeniyle geç denebilecek bir saatte geldiğimiz için ilk gün kaldığımız bölgeyi gezmeye çalıştık.
Berlin gezilecek yerler
1.Gün: Kudamm bölgesi: Berlin’de Charlottenburg Bölgesindeki Kurfürstendamm caddesine yakın (Kudamm) Sylter Hof Berlin otelinde konakladık. İhtiyacı karşılayan, temiz bir şehir oteli. İlk günümüzde otele yürüme mesafesinde bulunan Kurfürstendamm caddesini dolaştık. Berlin’nin en lüks caddesi olarak nam salmış. Birçok alışveriş merkezi, kafeler, restoranlar bulunan, yaklaşık 3.5 km uzunluğunda güzel bir cadde. Lüks mağazalar yanında Primax ve benzeri uygun fiyatlı mağazalar da var. KaDeWe mağazası da bu cadde üzerinde. Alışveriş yapmasanız dahi en üst katındaki kafesine uğramanızı tavsiye ederiz. Pastanesi gerçekten hem sunum hem lezzet açısından müthiş. Caddede bulunan Haribo mağazası da sıklıkla uğradığımız bir nokta oldu. Normalde bayılmam ama burası membağı olduğu için çok taze. Açık ürün almak isterseniz 2 boy kutu var ve gram değil kutu ücreti ödüyorsunuz, içini alabildiğince doldurabilirsiniz. Cadde üzerinde çok büyük bir Rossman da mağazası var, ürünlerini seviyor ve kullanıyorsanız fiyat karşılaştırması yaparak en azından taşınabilecek olanları alabilirsiniz. Berlin’de mağazalar akşam 20:30 gibi kapanıyor, bazıları 21.00’de bu yönüyle bizi oldukça mutlu ettl. Yıkık Kilise: (Kaiser Wilhelm Memorial Church) Batı Berlin’in simge yapılarından biri, Protestan kilisesi. 2. Dünya savaşındaki bombardımandan sonra ayakta kalan tek kilise ve savaşı hatırlatması için yıkılan kulesi tamir edilmemiş. 1895 yılında açılmış. Kilise, fuaye alanı ve çan kulesinden oluşmakta. O bölgede kaldığımız için sıklıkla yanından geçtik ama kapalıydı, ziyarete açık olmayabilir. S Bahn ve U Bahn metro duraklarına çok yakın. Kilise tam Breitscheidplatz meydanında ve meydanda christmas pazarı kuruluyor, hediyelikler alabilir, sokak lezzetlerinden tadabilirsiniz. Keyifli bir meydan. Ayrıca meydandan yaklaşık 400 metre uzaklıkta, Almanya’nın en eski hayvanat bahçesi olan Berlin Zoolojik Bahçesi ve Berlin Aquarium bulunmakta. Biz gezmedik ama özellikle çocuklu ailelerin ilgisini çekebilir. İndiğimiz tren istasyonu da bu meydana bitişik. Sever misiniz ya da yer misiniz bilmem ama Alman şeker markası Haribo‘nun da Kudamm’da Wittenbergplatz meydanına iki dakikalık mesafede kendi mağazası var. Alacağınız şeker kombinasyonlarını kendiniz oluşturmak istediğinizde iki boy kutu var, gram yerine kutu fiyatı ödüyorsunuz. Seçtiğiniz kutuyu ne kadar dolduracağınız size kalmış. Döndükten sonra hediyelik olarak aldığımız ambalajlı paketlerin üzerinde üretim yeri İstanbul-Esenyurt yazdığını görünce şaşkınlık yaşamadık değil. Yeme içme bölümünde bahsedeceğim ama yeri gelmişken Berlin’deki ilk akşam yemeğini otelimize yaklaşık 1 km uzaklıktaki Upper Burger Grill‘de aldık.




2.gün: Bugünü Mitte bölgesine ayırdık. Görülecek birçok yer bu ilçede yer almakta. Gezdiğimiz yerleri bir güne nasıl sığdırdığımızı düşünebilirsiniz ama çoğu yapıyı zaten dışarıdan görüyorsunuz, içi gezilebilecek olanların bir kısmı tadilatta ve ziyarete kapalı, bazılarına da biz girmedik. Berlin’deki birçok yapı II.Dünya savaşında sırasında ya komple ya da büyük ölçüde zarar görmüş. 1950 lerden sonra ya fotoğraflarına ve planlarına göre ya da bunlar yoksa anlatılara göre yenilenmiş. İlk durağımız otele çok yakın konumdaki Tiergarten Parkı. Son günümüzde detaylı olarak vakit geçirdiğimiz için kendisinden son gün bahsedeceğim ama kaldığımız otele yakınlığından ve güzergahımız üzerinde olmasından dolayı sıklıkla içinden geçtik.

Victory Column Anıtı: Tiergarten’tan yürüyerek ilerlediğinizde genişçe 4 bulvarın ortasındaki göbekte Victory Column Zafer Anıtı (Siegessäule) göreceksiniz, yüksekliği nedeniyle uzaklardan bile görülebilmekte. Anıta gitmek için alt geçitten geçmeniz gerekiyor çünkü döner kavşak ortasında ve cadde üzerinden geçişi yok. Anıt 1873 yılında açılmış ve Heinrich Strack Prusya zaferinin anısı için tasarlamış, Oldukça görkemli ve güzel bir anıt, şehrin birçok yerinden görülebiliyor. 67 metre yükseklikte ve 285 merdivenle çıkılıyormuş ve ara ara dinlenebilmek için küçük banklar varmış. Sütunun tepesinde zafer tanrısı Victory’nın bronz heykeli var, heykel 35 ton ağırlığında. Şehir manzarası ve Tiergarten parkını yukarıdan izleyebilirsiniz. 4 Euro ödeyerek anıta merdivenlerden çıkılabiliyor ama vakit harcamak istemedik ve çıkmadık. Victory anıtından sonra Bundesstrabe üzerinden yürüyerek yaklaşık 2 km uzaklıktaki Brandenburg Kapısına gittik ama kapının altından Ihlamurlar Altında caddesine geçmeden önce kapıya çok yakın (400 metre), Platz der Republic Meydanındaki Reichstag Building’i (Parlemento Binası) dışarıdan gezdik. Mimarisi oldukça güzel. 2.Dünya savaşı sırasında hasar görmüş ve birleşmeden sonra tadilat yapılmış. İçini gezmek ücretsiz ama gezimiz sırasında tepesindeki 360 derece şehir manzaralı cam kubbe tadilattaydı. Kısıtlı bir alan ziyarete açık olduğu için girmedik. Neo-rönesans tarzında mimarisi var. Spree nehrinin kıyısında ve tekne ile nehir turu alacaksanız yakınından geçeceksiniz.


Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı (Holocoust Memorial) : Yine Branderburg kapısından Ihlamurlar Altında caddesine geçmeden bu kez Ebertstrabe yönüne doğru 600 metre ilerlediğinizde Holokost Anıtına ulaşırsınız. Kapıya yakınlığı nedeniyle buradan yürüyerek ulaşmak oldukça pratik olur. Anıt 2004 yılında yapılmış, Holokost’ta hayatını kaybeden Yahudilere adanmış. Ücretsiz geziliyor. 2711 adet dikilitaş bulunmakta.

Branderburg Tor (Branderburg Kapısı) Prusya Kralı II.Friedrich Wilhelm tarafından 18.yy da yaptırılmış. Berlin şehrinin giriş yeri olarak tasarlanmış. Berlin duvarının yıkılmasından sonra da birleşmenin sembolü olmuş. Önündeki meydanda kutlamalar ve çeşitli gösteriler yapılıyor. Gece ışıklandırılmış manzarası çok güzel. Napolyon savaşta Prusya’yı yenince kapının tepesinde bulunan Quadriga’yı (zafer alayı simgesi olan dörtlü at heykeli) söktürüp Fransa’ya götürmüş. Daha sonra Prusya kralı Napolyon’u Paris’te yenince atları alıp geri getirmiş. 12 sütunlu mimarisi var. Sütunlar 5 yol oluşturmakta, halk sadece dıştaki 2 girişi kullanabiliyormuş ortadaki yol da kraliyete ait geçişmiş. II.Dünya savaşı sırasında tahrip olsa da yıkılmamış ve restorasyon geçişmiş. Bu arada Berlin’in ulusal müzesi Hamburger Bahnhof, Branderburg kapısına 2 km uzaklıkta bulunmakta. Berlin-Hamburg demiryolu eski tren terminali galeriye dönüştürülmüş ve çağdaş sanat müzesi olarak hizmet etmekte. Neoklasik mimari özelliklerini taşıyan yapı görülmeye değer. Yazımı yazdığım şu günlerde galeride 6 Aralık 2024 tarihinde, sanatçımız Semiha Berksoy’un eserlerinin sergileneceğini öğrendim.

Unter der Linden Caddesi (Ihlamurlar Altında): Branderburg Kapısından geçince Under the Linden’e çıkılıyor. Mitte ilçesindedir. Adını yaya yolunun her iki yanındaki ıhlamur ağaçlarından almakta. Güzel bir cadde, yürümesi keyifli, 1.5 km uzunluğunda, yol boyunca yine hediyelik eşya dükkanları, kafeler vs mevcut. Cadde üzerinde Almanların ünlü markası Nivea’nın kendi mağazası var ve güzel bir mağaza. Ufak tefek bir şeyler aldık ama Rossmann, dm gibi mağaza ve marketlerde fiyatların daha ucuz olduğunu farkettik. Hediyelik olarak toplu alım yapacaksanız ciddi fiyat farkı oluşuyor. Madame Tussauds Berlin yine bu cadde üzerinde. Günümüzdeki ağaçlar 1950’lerden sonra dikilen ağaçlarmış. Öncesindekilerin bir kısmı S Bahn metrosu yapılırken bir kısmı II.Dünya savası sırasında tahrip olmuş bir kısmı da yakılmak için kesilmiş. Caddede Branderburg kapısını başlangıç noktası olarak alırsak sağlı sollu görülebilecek yapılar, Kral II.Friedrich’in at üstünde heykeli, Neoklasik tarzda yapılmış Berlin Şehir Operası, Bibliothek (Eski Devlet Kütüphanesi), güzel bir avlusu var, görkemli bir giriş bölümü, içinde okuma odaları mevcut, çantanızı dolaplara kilitleyip ücretsiz olarak gezebiliyorsunuz, Humboldt Üniversitesi ve önünde Alexander von Humboldt ve Wilhelm von Humbolt’un heykelleri görülmekte, Kapısının önünde okunmuş ama oldukça temiz durumda Almanca ikinci el kitap satan tezgahlar var, Eskiden cephanelik şimdi Alman Tarih Müzesi olarak kullanılan Zeughaus cephaneliği, Alte Kommandantur (eskiden kumandanın karargahı) 1654 yılında barok tarzda inşa edilmiş, daha sonra genişletilirken neo-rönesans mimari tarza dönüştürülmüş. Ancak orijinal yapı II.Dünya savaşı sırasında çok tahrip olmuş, tamamen yıkılarak savaş öncesi fotoğraflarına ve görenlerin anlatılarına göre yeniden yapılmış. Kronprenzenpalais-Veliaht Prensin Sarayı, günümüzde etkinlikler için kullanılmakta, Neue Wache Memorial yine caddede görülecek çok güzel bir yapı. Kraliyet sarayının muhafız klübesi olarak yapılmış günümüzde ise savaş kurbanlarını anma yeri olarak kullanılmakta. Neoklasik tarzda ve koruma altında, çok güzel bir alınlığa sahip. İçindeki heykel dikkat çekici. Savaşta hasar görmüş ve sonra restore edilmiş. Sankt Hedwig’s Katedrali: Barok tarzdaki yapı Berlin Başpiskoposluğuna ait Katolik Katedralidir. Berliner Dom : Berlin’in en ikonik ve en çok fotoğraflanan yapılarından biri. Protestan kilisesi ve içinde hiç bir zaman piskopos yaşamamış bu yönüyle de gerçek bir katedral statüsünde olmamış. Mimari olarak barok, neorönesans, neoklasik özellikler taşıyor. II.Dünya savaşında ağır hasar alarak yenilenmiş. Güzel bir yapı, önünde dinlenilebilecek büyükçe bir alan bulunmakta. Berliner Dom’un hemen karşısında City Palace (Berlin Şehir Sarayı) yer alır. Orijinali yapı 1443 de yapılmış barok bir saray. Krallar ve prensler yaşamış, Cumhuriyet dönemine geçtikten sonra Müze olarak kullanılmaya başlanmış. Savaşta büyük hasar almış ve 1950’de bombalanarak tamamen yıkılmış ve yerine bugünkü modern yapı inşa edilmiş. Ihlamurlar Altında caddesinin sonuna doğru ve Müzeler Adasına yakın konumdadır. Schlossbrucke Köprüsü (Saray Köprüsü) Berliner Dom’u geçince ulaşılan, üzerinde heykeller bulunan bir köprü ve Ihlamurlar Altında Caddesinin bitiş noktasında. Savaşta çok hasar almamış. Üzerinde Yunan mitinden zafer tanrıçası Nike, sanat, barış ve bilgelik tanrıçası Athena, tanrıların elçisi ve gökkuşağının simgesi Iris’in heykelleri bulunmakta. Berlin Müzeler Adası: Schlossbrucke köprüsünü geçince Spree nehrinin üzerinde, yaklaşık 1 km2 alanı kapsayan ve 5 müzeden oluşan ada. Bu müzeler Bergama (Pergamon), Bode, Altes, Neues ve Alte Nationa Galeri. Giriş ücreti 24 Euro. Bu müzelerden sadece üçü ziyarete açıktı ve bize göre en görülesi olan Bergama Müzesi maalesef tadilatta olduğu için göremedik, diğerlerine de girmedik. Bergama Müzesi kısmi olarak 2027 yılnda açılacakmış. Türkiye ve Yunanistan’dan götürülen eserler var ve en önemlilerinden biri Bergama Zeus Sunağı. Spree Nehri Tekne turu: Kanal turunu çok sevmemiz nedeniyle Berlin’de de aldık, yaklaşık bir saat süren geziler Berliner Dom’dan Spree Nehrine indiğiniz yerden kalkıyor, oldukça keyifli. Bir yandan içeceğinizi yudumlarken diğer yandan şehir hakkında bilgi edinerek güzel manzaralar eşliğinde devam ediyor. Ayrıca çok erken yola düştüğümüz ve kısa zamanda da birçok yeri ziyaret ettiğimizden oturarak geçen bu zaman ilaç gibi geldi. Gezi Ücreti kişi başı 22 Euro.














Alexanderplatz :Mitte bölgesindeki Alexander Meydanı Berlin’in en merkezi meydanı olarak tanımlanabilir. Yerlisi kısaca Alex diyormuş. Spree nehrini geçtikten sonraki meydan olarak tarif edebiliriz. Burası önce hayvan pazarı olarak planlanmış ancak Rus İmparatoru I.Alexander’ın ziyareti şerefine bu isim verilmiş. Tarihi bir meydan ve halkın uğrak noktası. Almanya’nın en büyük meydanıymış ve meydanda 1989 yılında gerçekleşen Doğu Almanya protestosu Almanya tarihindeki en büyük protestoymuş. Berliner Fernsehturm: 360 derece dönebilen TV kulesine çıkış 16.50 Euro, geç saatlere kadar çıkılabiliyor, gözlem alanı yerden 200 metre yükseklikte ve bünyesinde bar/ restoran bulunmakta. Meydan 1960 senesinde trafiğe kapatılmış. Meydanda dünyanın birçok şehrindeki saati gösteren bir dünya saati var. Neptun Çeşmesi: Meydanda görülebilecek diğer bir güzel yapı çeşme. Merkezde Neptün tanrısı, etrafında timsah, yılan gibi hayvanlarla çevrili çok güzel bir çeşme. Çeşmenin hemen yakınında St.Mary Kilisesi de (Marienkirche) kırmızı tuğladan yapılma gotik mimari özellikli kilise gerçekten görmeye değer. Gitmişken içi de mutlaka gezilmeli. Berlin’in en eski kiliselerinden biri, yapım tarihi kesin olmamakla birlikte 1380 olarak tahmin ediliyor. Alexanderplatz’da görmeye değer diğer bir güzel yapı da Berlin Rotes Rathaus-Belediye Binası: Kırmızı tuğladan yapılmış bina John Kenedy’nin Berlin konuşmasını yaptığı yermiş. Gotik özellikler taşıyan binanın içinde belediye başkanlarını portreleri bulunmakta ve içinde rehberli turlar düzenlemekte. Neptün çeşmesine 450 metre uzaklıktaki Nikolai Kilisesi de burada görülebilecek yapılar arasında. Roma’da 44 bin adım rekorumuzu Berlin’de 47 binle aştık, tükendik. Aralardaki kahve, yemek ve tekne turu molaları ile güç toplayarak günü tamamladık ama yapılacaklar listemizdeki birçok noktayı da ziyaret ettik. Müzeler adasında istediğimiz müzeler açık olsaydı günümüzün yarısını müzeleri gezmeye ayıracaktık ama kısmet değilmiş. Berlin’in meşhur currywurst adresi Curry 61 de Alexanderplatz’da yer almakta.





3.Gün: Bugün ilk duraklarımız Postdamer Platz ve yakınındaki Gendarmenmarkt. Postdamer Platz’a gitmek için 2 nedenimiz vardı, ilki meydanda Berlin duvarının kalıntılarını görmek ikincisi ise Brammibal’s Donat‘ta donat yemek. Postdamer Platz Branderburg kapısına 1 km uzaklıkta, otelimize de yakın konumda sayılır. Yol üzerinde önümüze çıkan St.Matthaus Kilisesi Postdamer Platz’a 7-8 dakika yürüme mesafesinde güzel bir kilise. Neoromanesk tarzda inşa edilmiş. Kulturforum’un çok yakınında. Dışının çok güzel olması yanında içi sade ve görülebilecek pek bir şey yok. Kulturforum; birkaç devlet müzesi ve Berlin Flarmoni konser salonunu barındıran yapı. Postdamer Platz, plazalar, iş yerleri ve alışveriş merkezleri bulunan bir meydan. Duvar kalıntılarını gördükten sonra lezzetini duyduğumuz Brammibal’s Donat’a uğrayıp hem donat yedik hem de bir kahve molası verdik. Lezzeti hakkında yeme içme bölümünde detaylı anlatacağım ama burada bir şubesi olduğunu bilmeniz açısından bahsetmek isterdim. Buradayken ayrıca Paulaner Wirsthaus adlı mekanı (restoran ve bira bahçesi) beğendik ve gelmek için listemize aldık. Bu meydanda bahsetmek istediğim diğer bir restoran Amrit. Detaylı olarak bahsedeğim ama restoranı geçerken fark ettik. Postdamer Platz’dan yakınındaki Gendarmenmarkt’a (Jandarma meydanı) geçtik. Burası Berlin’in en güzel meydanlarından biriymiş, açık hava konserleri ve etkinliklerin yapıldığı bir meydan ayrıca noel pazarı kuruluyormuş ancak gittiğimizde meydan kapalı ve bakımdaydı maalesef. Görülebilecek güzel yapılar Opera Binası-Konzerthaus, Alman ve Fransız Katedralleri. Fransız Katedralinde seyir terası, restoran ve müze varmış ama içine girmedik. Fransız Katedrali 1705 Alman Katedrali 1708 yılında yapılmış. Alman Katedrali 2.dünya savaşında yangınla tamamen yıkılmış ve yeniden inşa edilmiş. Meydanın hemen köşesinde bulunan Rausch Schokoladenhaus’a çikolata sevenlerin uğramasını tavsiye ederiz sevmeseniz de uğrayın. Meydandan sonraki durağımız meydana 800 metre uzaklıkta, Friedrichstrabe üzerinde bulunan yine Berlin’in en turist çeken noktalarından biri durumundaki Check Point Charlie. Doğu-Batı Berlin birleşmesinden önce kullanılar geçiş noktalarından biri. Simgesel olarak varlığını sürdürmekte. Görülecek fazlaca bir şey yok. Bir sonraki durağımız East Side Galery ve Check point Charlie’ye yaklaşık 3.5 km uzaklıkta. Kreuzberg mahallesine komşu. Berlin duvarından kalan 1.3 km uzunluğunda bir duvar parçası. 1990 yılında, dünyanın birçok yerinden sanatçıların yaptığı 105 resim süslemekte ve dünyanın en uzun açık hava galerisiymiş. Bu resimlerden en ilgi çekeni ve fotolamak için kuyruk beklemek zorunda kaldığınız meşhur “Sosyalist Kardeşlik Öpücüğü” sahnesi. Bu hareket sosyalist ülkeler arasındaki özel bağı simgeliyormuş, üç kez yanaktan öpme şeklinde olsa da liderlerin yakınlık derecesine göre dudaktan da öpüşülmekteymiş. Bunun dışında duvar her iki taraftan grafitilerle süslü. Duvarın bitiminde meşhur Oberbaumbrücke yer alıyor. Spree nehri üzerinden geçen, tuğla kaplı ve iki katlı çok güzel bir köprü. 150 m. uzunluğunda. Berlin duvarı ile bölünmüş ilçeleri bağlamakta. Ortaçağdan kalma bir görüntüsü olsa da 1896 yılında inşa edilmiş. Köprü üzerinden geçerek Türklerin yoğunluklu olarak yaşadığı Kreuzberg merkezine doğru yollandık. Kreuzberg gerçekten kendinizi Türkiye’de hissedebileceğiniz bir mahalle, marketler, restoranlar, kuaförler, tamirciler vs çoğu esnaf Türk ve tabelalar Türkçe. Kanal kenarında yürüyüp, kafelerde dinlenebilirsiniz. Kreuzberg yolunda önümüze çıkan bir güzel yapı da Heilig-Kreuz Kirche. 1885 de inşa edilmiş Protestan Kilisesi. Berlin’de sıklıkla karşılaşılacak kırmızı tuğla kaplı yapı II.Dünya savaşındaki bombardımanda hasar görerek 1951-59 yıllarında onarılmış. Kreuzberg merkezindeki bir bina üzerindeki tabelalarda Almanca ve Türkçe olarak Zentrum Kreuzberg ve Kreuzberg Merkezi yazılmakta. Gelmişken yemeğimizi buradaki Hasır restoranda döner dürüm olarak aldık. Biraz dinlendikten sonra Spree nehri kıyısındaki, güzel manzaraya sahip, bohem barları, hamburger ve biracılar bulunan Holzmarkt’a gittik. Burası bir park aslında, tezgahlarda hediyelik eşyalar ve takılar satılıyor. Keyifli bir yer, fazladan vakit varsa uğranmalı. Biraz dolaştıktan sonraki Alexanderplatz’a geri dönüp meydandan yaklaşık 800 metre mesafedeki Pasage Arte Independiente. Rosenthaler Caddesinde. Daha çok gençlerin uğrak yeri olan, kafeler ve tasarım dükkanları bulunan, dark sokaklı bir pasaj. Grafitileri ile meşhur, gezilmesi olmazsa olmaz tadında değil ama fazladan vakti olanlara önerilir. Pasajı gezdikten sonra hem şarabını denemek hem de dinlenmek için buraya 1.5 km mesafede bulunan Material Wine adlı mekana gittik. Kendisinden detaylı bahsedeceğim, mekan Schönhauser Allee caddesi üzerinde. Bir daha bu tarafa gelme ihtimalimiz olamayabilir diye sonrasında da Material wine’a yaklaşık 350 metre mesafede bulunan Prater Biergarten‘a geçtik.












4.Gün: Son günümüzü alışveriş yaptığımız ve tekrar gitmek istediğimiz yerleri biraz ağırdan alarak keyifle gezerek geçirdiğimiz bir gün oldu. Alışveriş deyince, Berlin ucuz bir şehir sayılmaz özellikle yeme-içme olanakları bakımından pahalı denebilir ama alışveriş konusunda bazı marka ve ürünleri daha uyguna bulmak mümkün. Türkiye’de oldukça bilinen ve satılan iki markanın bot ve spor ayakkabısını buradan neredeyse yarı fiyatına aldık.
Tiergarten Parkı : Tiergarten bölgesinde yer alan ve bölgeyle aynı adı taşıyan 210 hektar büyüklüğündeki park Almanya’nın 2.en büyük şehir parkıymış. Almanca hayvanat bahçesi demekmiş. Bu arada Tiergarten bölgesinde, Spree nehri kenarında Almanya Cumhurbaşkanının konutu Bellevue Sarayı da bulunur. Parka dönecek olursak bayıldık kendisine, bisiklete binenler, yürüyenler, kitabını okuyanlar, piknik yapanlar, keşke İstanbul’da da benzerleri olsa dedirtecek türden. Berlin’de en keyif aldığım yer oldu desem abartmış olmam. Mangal yok, şehrin tam merkezinde, sessiz ve güvenli, sonbaharın tüm güzelliklerini sunmakta. İçinde yer yer önemli kişilerin büstleri var. Parkta en sevdiğimiz yerlerden biri Cafe am Neuen see. Kendisini bulmakta zorlandık aslında, burada kano yapılabilen bir göl ve göl kenarında dilerseniz bira/soğuk içecek dilerseniz de kahve içebileceğiniz cafe/restoran var. Berlin’de bizim gördüklerimiz içinde en güzeli diyebilirim. Kano yapanlara denk düşerseniz seyredebilir, kuş cıvıltıları ve nehirdeki ördeklere bakarak içeceğinizi yudumlayabilirsiniz, çok keyifli bir yer. Burayı nedense zor bulduk, ama en kolay anlatımıyla fotoda görülen Victory Column anıtının oradan parka girince, aşağıdaki resimde görülen karşılıklı duran heykelleri geçip arkanızda bırakıyorsunuz. Anıttan yaklaşık 300-400 metre mesafede. Küçük tabelalar var ama gözden kaçabiliyor. İlk gidişimizde göremeyip pas geçmişiz.





Berlin Yeme içme
Yeme içme deyince daha çok Türk, İtalyan, Indian, Mexican ve Asya mutfağı öne çıkıyor ama kalite düşük denebilir. Gurme anlamında ayırıcı bir özelliği yok. Öne çıkanlar da daha çok sosyal medya sayesinde patlamış gibi ama çok özel bir tarafları yok. Berlin sanki büfe ve ayaküstü atıştırmalıklar şehri gibi. Bunlardan biri istisnasız her caddede göreceğiniz, Berlin’de çokça tüketilen, currywurst büfeleri. Currywurst kızarmış domuz sosisinin patates ve ketçapla sunulduğu fastfood tarzı bir yemek. Sıklıkla karşılaşılacak diğer büfeler ise Gemüse adında, tavuktan yapılmış ve içinde kızarmış sebze bulunan döner büfeleri. Tavuk dönerle aramız olmadığı için yemedik. Et döner ise genelde kıymadan yapılıyor ama yaprak döner yapan restoranlar da mevcut. Türkiye’den birkaç günlüğüne gelip Türk lokantası arayacağımızı pek düşünmezdik ama öyle oldu. Kreuzberg Türk lokantaları bulunabilecek en iyi mahalle. Berlin’de dikkatimizi çeken başka bir şey de özellikle Asya yemekleri satılan restoranların neredeyse hiçbirinde kredi kartı geçmiyor olması. Kredi kartı kullanmak istiyorsanız sormadan oturmayın, menülerde sadece nakit geçerli diye yazmış olsalar da gözünüzden kaçabilir, girmeden sormak en iyisi.
Upper Burger Grill: Berlin’deki ilk akşamımızda geldik, Kudamm bölgesinde. Burgerleri oldukça lezzetli, pişman etmedi.

Hasır Restoran: Et döneri burada yedik. Malzemesi oldukça bol ve lezzetliydi, hatta bitiremedik bile. Hem dürüm/tombik döner şeklinde takeaway alabiliyorsunuz, hem de oturarak yiyebiliyorsunuz. Restoranda farklı kebap türleri de mevcut. Kreuzberg’de bulunuyor ve aynı caddenin karşı kaldırımında Hasır Burger olarak burger restoranı da var.


Hofbrau München; Alman restoranında yemeden dönmeyelim deyip girdiğimiz restoran. Fiyatları bir tık pahalı diyebilirim ama Berlin için hesaplı bir şehir diyemeyiz. Schnitzel yedik, fena değildi, porsiyonlar doyurucu. Yöresel kıyafetli çalışanlar hizmet ediyor, akşamları canlı müzik eşliğinde yemeğinizi yiyebilirsiniz. Eli yüzü düzgün mekanlardan biri diyebiliriz. İç mekanı oldukça geniş, dışarıda da açık bölümü mevcut, servis biraz ağır. Alexanderplatz’da yer almakta.



Amrit Restaurant: Postdamer Platz’da bulunan Indian restoranı. Personeli güler yüzlü ve menüler hakkında detaylı bilgi veriyorlar. Dekorasyonu güzel, yemekleri kötü değil. Ana yemeği pilav ve salata ile birlikte sunuyorlar. Pilav bizim ağız tadımıza göre biraz yavan ama yemeğin sosundan karıştırdığınızda hiç de fena olmuyor. Doğum günü kutlamaları için tercih ediliyor sanırım ve bizden başka dört masa doğum günü kutlaması için gelmişti. Çalışanlar bizdeki Bigcheff benzeri happy birthday şarkısı eşliğinde pastayı getiriyor. Akşamları happy hour saatlerinde bazı kokteyller indirimli ve fena değildi, beğendik. Restoran çok kalabalık olmasına rağmen servis çok hızlı. Fiyatlar da Berlin’deki diğer yerlerle kıyasla hesaplı.


Coccodrillo: İtalyan restoranı, pizzaları lezzetli. Yer bulmak oldukça sıkıntılı o nedenle mutlaka önceden rezervasyon yapılmalı. İçi hafta arası olmasına rağmen tıklım tıklımdı. Dekorasyonu ve dış bahçesi güzel ancak Ekim sonu olduğu için dış bahçe akşam servise kapalıydı.



Paulaner Wirsthaus: Postdamer Platz’da tesadüfen girip çok memnun kaldığımız hem restoran hem bira evi. Yemek yemedik ama lezzetli biralarından ve atıştırmalıklarından aldık. Menüden dilediğiniz birayı sipariş edebileceğiniz gibi tadım menüsü de alabiliyorsunuz. Alkol oranı hafiften-yoğuna doğru 5 çeşit bira getiriyorlar. iki kişilik 500’er ml (toplam 1 litre) servis 12.90 Euro, Hem birası lezzetli, draft bira, hem de mekan fena değil. Berlin’de bira fiyatları oldukça şaşırttı, pahalı geldi açıkçası. En basit bira bahçesinden restoranına kadar bardağı neredeyse her yerde 5,60 Euro civarı ve servis edilen biralar öyle özel lezzete sahip biralar değil. O nedenle Paulaner Wirsthaus beğendiğimiz ve tavsiye edeceğimiz bir mekan oldu.


Curry 61 : Domuz eti yiyorsanız şehirdeki en iyi currywurst adresi Curry 61. Berlin’de her yerde currywurst büfesi dolu ama şehrin en iyisi diye geçmekte. Ben yemediğim için sadece patates tavasından aldım, o da güzel, kendi yaptıkları ketcupla servis ediyorlar. Yeri Alexanderplatz’da.


Brammibal’s Donat: Berlin’de neyi hiç unutamayacaksın diye sorsalar cevabım kesinlikle bu donatlar olur sanırım. Şehirde birkaç şubesi var, Postdamer Platz’daki şubesinde ve Kudam’daki KaDeWe mağazasının en üstündeki pastane katında olmak üzere 3 gün boyunca yedik ve doyamadık. KaDeWe mağazasındaki şubesi corner şeklinde, küçük, daha al götür ya da tabure üstende yeme şeklinde. Postdamer Platz’daki genişçe bir kafe. Donatını yiyene kadar donat yediğimi düşünürdüm ve açıkçası çok da fanı değilim ama buradakiler çok lezzetli. Sevmeyenlere de kendini beğendirir. Bal kabaklı ve fıstıklısına bayıldık ama denediğimiz diğer çeşitleri de çok beğendik. Nakit geçmiyor, kredi kartı ve tanesi 4.40 Euro.


Espresso House: Yorgunluk atmak için uğradığımız ve birçok şubesi olan kahve dükkanı. Atıştırmalık ve tatlılar da var. Kahve ve cinnamon roll yedik. Yediğimiz en iyi tarçınlı çörek olmasa da başarılıydı.


KaDeWe: Kudamm’daki KaDeWe mağazasının en üst katındaki pastane hem görsel şölen hem de lezzet açısından ürünler üst seviyelerde.

Rausch Schokoladenhaus : Bu çikolata mağazasını Gendermanmarkt’ı gezerken görüp girdik. Sunumlar, lezzet güzel, insanın canı hepsini almak istiyor. Giriş katında hazır çikolata satışı var, ikinci katta kişiye özel çikolata yapılıyor, 3.katta da kafesi var.

Material Wine: Schönhauser Allee üzerinde bulunan mekan açıkçası biraz hayal kırıklığı. Oldukça küçük bir dükkan, dışarıda birkaç masası var, dilerseniz şarap dilerseniz kahve içebiliyorsunuz ya da şişe ile alıp götürebilirsiniz. Kahvesi de çok güzelmiş ama şansımızı şaraptan yana kullandık. Lezzetli ama yine de “sosyal medyada meşhur olan her şeyin pesinden gitmemelisin” diye de düşündürdü. Personeli güler yüzlü, önce şarapları tanıtıyorlar, zevkinizi öğrenip ona göre şarap tavsiyesinde bulunuyorlar. Fazla vaktimiz olmadığı için birer kadeh denedik. Şarap güzel ama kadeh sipariş ettiğinizde neredeyse bir yudumda bitirebilecek miktarda servis ediyorlar ve 9 Euro. Şişe ile almadığımıza da pişman olduk. Dükkanda şişesini 24 Euro’dan sattıkları şarabı online olarak 15 Euro’ya satıyorlarmış. Berlin’de yaşıyorsanız gayet mantıklı ve uygun. Bir çırpıda içtikten sonra bari buraya kadar gelmişken Material’e 350 metre mesafede bulunan Prater Biergarten’a gidip birer de bira içelim dedik.



Prater Biergarten yaklaşık 600 kişi kapasiteli, self servis bir bira bahçesi. Berlin’de Bavyera bölgesine has bira kültürüne sahip olmasa da Prater şehrin en eski bira bahçesiymiş ve 1837 senesinde açılmış. Bira yanında şarap, meyve suyu ve atıştırmalıklar da mevcut. Keyifli bir bahçe, canlı müzik etkinlikleri de oluyormuş. Birası güzel, bardağı 5.50 Euro. Bardak başına 1 Euro deposito kesiyorlar ve bardağı teslim ettiğinizde geri alıyorsunuz. Tavsiye ederiz.

Baecker wiedemann: Unter den Linden caddesinden Alexanderplatz’a doğru yürürken görüp atıştırmalık aldığımız fırın. Alexanderplatz’a yakın. Alman simidi olarak tanımladığımız, kaşar peynirli brezel aldık baya lezzetliydi, oldukça büyük, iki kişi ancak yedik.



